Ürün Özellikleri
Roni Marguiles’in “Bugün Pazar, Yahudiler Azar“ adlı denemesi, özellikle de 1950’lerden 70’lere, oradan günümüze uzanan bir süre içinde İstanbul Yahudilerine ilişkin gözlemlerinden oluşuyor:
“... o yılların, o mutlu, kaygısız, pespembe çocukluk yıllarımın Yahudi cemaatini, bugün ne kadar dışında olursam olayım, içimde hoş ve hüzünlü bir sevgi duygusu uyanmadan düşünmem nasıl mümkün olabilir?“
Ama çocukluk günlerinin pembe bir anlatımından ibaret değil bu deneme... Margulies, çocukluk yıllarını, o yılların İstanbul’unu anlatırken, daha eskilere de uzanıyor:
“1920’lerde Berlin’den kalkıp gelen bir Margulies’in, bilmem ne zaman Odessa’dan kaçıp gelen bir Lyova’nın İstanbul’u ne kadar garipsediklerini, kendilerini ne kadar kötü ve yalnız hissettiklerini hayal bile etmek zor benim için. Hepsi birer hayat kurdular ama işte, o inanılmaz dayanıklılığıyla insanoğlunun.“
Bu kitap, İstanbul’un geçmişine, azınlıkların oluşturduğu mozaiğe düzülmüş övgülerden biri değil. İçinde o türden bol ‘malzeme’ olmasına rağmen:
“... babaannemin anadili Rusça, anneanneminki garip bir İspanyolcaydı. Yahudi bayramlarında birinin evinde gefülte fisch (balık dolması) ve kaz ciğeri patesi, diğerininkinde ‘gaya’ (gelincik) balığı ve beyaz reçel yerdik.“
Margulies, bir “azınlık kimliği“ üzerinden kurmaya çalışmıyor eski İstanbul’u. Yahudiliğin günümüz Türkiye’sindeki problemli yanları üzerinde de duruyor:
“Yahudiler Varlık Vergisi’nden sonra bir daha mülk almadılar, paralarını hemen hareket ettirilemeyecek hiçbir şeye bağlamadılar. İşte, yine, Danon dedem: zengin öldü, ama öldüğünde paradan başka hiçbir şeyi yoktu. Parası da devletin erişemeyeceği bir yerde, yurtdışındaydı. “Ni vapor en la Mar Nero, ni mujer de Rumania, ni kaza en Turkiya“ sözünü ettiğini çok duymuşumdur: Ne Karadeniz’de vapur, ne Romanya’dan kadın, ne Türkiye’de ev.“
XX. yüzyıl boyunca Yahudiliğin şu ya da bu şekilde içinde rol oynadığı büyük insani trajedilere de değiniliyor tabii:
“Aşağılanan, ırkçılığa maruz kalan azınlıkların ayrımcılığın her türüne karşı olmaları, her tür ırkçılığa karşı her an tetikte ve hoşgörüsüz olmaları makul bir beklenti ama, heyhat, gerçeklik öyle değil. (...)Peter Çekoslovak Yahudisiydi. Çocuk yaşta Amerikan orduları tarafından bir toplama kampından kurtarılmıştı. Kolundaki mavi döğme kamp numarasıydı. Ve soykırımdan kıl payı kurtulmuş, faşizmi bizzat yaşamış olan Peter, bir Arap Yahudisine “zenci“ diye bağırıyordu!“
“Bugün Pazar, Yahudiler Azar“, sürükleyici, eğlenceli ve lirik üslubuyla, yakın geçmişin İstanbul’una, özellikle belli bir cemaatin yaşamına bakarken, bir yandan da azınlık konumunu mutlaklaştırmaktan kaçınıyor, yaygın önyargılarla ve klişelerle alay ediyor:
“...‘Bütün Yahudiler cimridir’ kadar, ‘Hiçbir Yahudi ırkçı olamaz’ iddia ve beklentisi de anlamsız. Herkes olabiliyor da, Yahudiler niye olmasın? Dedim ya, ırkçılığa maruz kalmış olanlar ırkçı olmaz diye bir şey yok.“
Margulies, Yahudilere yönelik önyargı ve klişelerle dalga geçerken, bu önyargıların tarihsel kökenlerine değinmeyi de ihmal etmiyor:
“Tefeci Yahudi tiplemesinin maddî temeli de budur: Parası olan ama bu parayı tarım veya sanayi alanlarına yatırmasına izin verilmeyen insanlar parayı ancak para olarak kullanmak, yani ya bankerlik/tefecilik ya da ticaret yapmak zorunda kalmışlardır. Özellikle Doğu Avrupa’da Yahudilerin krallarla soylulara bankerlik, yoksullara da tefecilik yapmaları Yahudi düşmanlığının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.“
Siyonizme ve İsrail’in şiddet politikalarına karşı olduğunu net bir şekilde gösteren Margulies, antisemitizmin her görünümüne de aynı sertlikle karşı çıkıyor:
“İsrail’in başlattığı her savaş, işlediği her cinayet, dünyanın her yanında kendi halinde yaşayan, işine, okuluna, alışverişe giden her Yahudi’yi zan altında bırakır, her Yahudi’ye bir ‘suçortaklığı’ atfeder, birey olmaktan çıkıp her Yahudi’nin ‘Yahudiler’ adlı uluslararası habis bir komplonun unsuru olarak görülmesine yol açar. Bu, doğal olarak ve anlaşılabilir nedenlerle, Müslüman ülkelerde ve bu arada Türkiye’de özellikle böyle olur. Belki doğal, ama doğru değil.“
BPYA, kısacık, neşeli, biraz hüzünlü, politik ve hayat dolu bir deneme. Duygulu, ama romantik değil. Hatıralara uzanıyor, ama nostaljik değil. Politik, ama büyük P ile yazılandan değil (kimlik politikası hiç değil!), gündelik hayatın içinden geçen bir politika bu. Margulies, denemenin imkânlarını kullanarak, şablonlara, klişelere ve önyargılara savaş açıyor. Metin, Margulies’in sık sık eleştirmekten geri durmadığı cemaate karşı da sevgi yüklü...
(Tanıtım Yazısından)
“Ben bu kitabı İstanbul Yahudilerine bir ‘aşk mektubu’ olarak düşündüm, öyle planladım, öyle yazdım. Aksanımdan bıyıklarıma, konuşurken yaptığım el kol hareketlerinden ismime kadar, beni ben eden önemli ve önemsiz, anlamlı ve anlamsız pek çok ayrıntıyı, niteliği, özelliği bu cemaatten aldım. Sonra uzak düştük hem coğrafi, hem daha başka anlamlarda aramız açıldı bu kitap bir tür borç ödeme, bir tür teşekkür.“
(Arka Kapak)