Ürün Özellikleri
Hollanda&rsquoda ve çevrildiği ülkelerde büyük bir ilgiyle karşılanan Bellek Metaforları&rsquonın temel sorusu şu: Bellek nedir? Bellek doğrudan tanımlanması çok güç bir yeti olduğundan felsefeciler ve psikologlar çağlar boyunca belleği anlamak için çeşitli metaforlara başvurmuşlar. Draaisma okuru antikçağdan günümüze tarihsel bir yolculuğa çıkararak bu metaforları tanıtıyor. Mum tabletlerden kitaplara, fotoğraftan bilgisayarlara, hatta hologramlara, çağlar içinde bilgi depolamak amacıyla geliştirilmiş çeşitli teknik ve araçlardan türetilen bu metaforların nasıl kullanılmış olduğunu araştırıyor. Son derece net ve anlaşılır bir dille yazılmış bir bilim tarihi. Kitabın en özgün katkısı metaforların bilimsel bilgi üretiminde ne kadar önemli bir yeri olduğu saptaması. Genellikle varsayılanan aksine, görüyoruz ki, metaforlardan, yani dilin ve toplumsallığın kısıtlayıcı etkilerinden bütünüyle arınmış bir bilim dili üretme hayali her zaman için bir hayal olarak kalmış metaforlar bilim insanlarını zaman zaman yanlış yönlendirmiş, bilginin gelişimini ketlemiş, ama aynı zamanda daha fazla bilgilenme isteğini körükleyen ufuk açıcı unsurlar da olmuşlar. Bu çalışmayı sadece bilim alanında çalışan ya da bilime meraklı okurların değil, edebiyat okurlarının da ilgisine sunuyoruz.
(Tanıtım Yazısından)
On sekizinci yüzyılın en iyi belleklerinden birine sahip olmakla övünmeye hakkı olan biri varsa o da Leonard Euler&rsquodir. Matematik alanındaki dehaların çoğu gibi o da çocukluğunda harika çocuk tabir edilen çocuklardandı. Rivayete göre Euler, uyuyamadığı bir gece yüzün altındaki bütün sayıların ilk altı kuvvetlerini toplamış, elde ettiği altı yüz sonucu zihninde oluşturduğu tabloya yerleştirmiş ve bu tabloyu günler sonra bile ezberden okuyabilmiş. Yazılı sözcükler konusunda da hafızası çok güçlüymüş. Euler İlyada destanını ezbere biliyormuş, ölünceye dek metni ezberden okuyabilmiş. İlyada&rsquonın ilkokulda kullandığı baskısının ilk ve son cümlesini hatırlayabiliyormuş. Euler&rsquoin gördüğü, okuduğu veya duyduğu her şeyi anında belleğine yerleştirdiği, sonra da istediği şeyi buradan çekip çıkarabildiği anlaşılıyor.
Euler bu muhteşem hatırlama yeteneğini bir hayat gailesi haline getirmiş olmalı belleğini var olan en iyi bilimsel ve sanatsal bilgilerle doldurmak için çok gayret sarf etmişti. Allameliği efsaneviydi, bilgi alanları anatomi, fizyoloji, botanik, teoloji, kimya, felsefe ve Doğu dillerini kapsıyordu. Bu çokyönlülük özelliğini kendi çalışma alanında, kendi adıyla anılan birçok teorem ve yöntemin bulunduğu sayı teorisinde, cebirde ve geometride de sergilemişti. Euler&rsquoin, uygulamalı bilimler alanında denizcilik ve müzik, mikroskoplar ve teleskoplar, astronomi ve jeodezi, istatistik, sihirli kareler ve lotarya hakkında da yazıları yayımlanmıştır. Öldüğünde, çoğu Académie des Sciences ve Berlin ile St. Petersburg akademileri gibi kurumların yayımladığı dergilerde basılmış 530 makalesi vardı. Ölümünden sonra yayımlanmamış tezlerini içeren tomarlarca kâğıt bulunmuştu.
Euler görme kuvvetinin iyice azalmasını takiben 1768&rsquode tamamen kör oldu. O efsanevi belleği ve görsel hayalgücü sayesinde, içinde bulunduğu bu müşkül durumun çalışmalarının niteliği ve kapsamı üzerinde hiçbir etkisi olmadı. 1783&rsquoteki ölümüne dek geçen on beş yıl içinde 355 makale daha yazdı. O dönem içinde Euler çalışmalarını oğulları ve birkaç öğrencisiyle birlikte yürütmüştü. Yıllar içinde çalışma yöntemlerinde sabit bir model geliştirmişlerdi. Euler&rsquole ilgili biyografik bir notta şunları okuyoruz:
Çalışma odasının ortasında üzeri tamamen yazı tahtasıyla kaplı büyük bir masa vardı, o yazı masası üzerine tebeşirle hesaplarının ayrıntılarını yazardı, tamamen kör olana dek bu şekilde çalıştı ayrıca, masanın kenarına tutunarak etrafında saatlerce dolaşırdı, öyle ki sonunda masanın kenarları sürtünmeden dolayı parlar oldu. Masanın üzeri dolunca, makalenin genel düzeni tartışılır, usta hesapları yapma ve örnek seçme işini bir oğluna veya öğrencisine bırakırdı tez genellikle ertesi gün ona taslak halinde sunulurdu. Usta onayladığında daha uygun hale getirilmiş bir nüsha hazırlanır ve Akademi&rsquoye sunulurdu.
Euler&rsquoin belleğini bir doğa tarihi müzesi, içleri, yoğun çalışmalarla geçirilmiş uzun bir ömür içinde toplanmış değerli şeylerle dolu bir teşhir kasaları koleksiyonu gibi görmemek mümkün değil. Ama böyle bir belleği yâd ederken onun yok olup gitmesi, geçiciliği karşısında melankoli duygusuna kapılmamak da elde değil. Belleği, içinde değerli şeyleri saklayan bir mahfaza olarak düşünürsek, bu değerli şeyler kişinin ölümünden sonraya kalmayan ve başkalarına aktarılamayan şeylerdir. O ezbere bilinen İlyada, o büyük kuvvetler tablosu, o muazzam bilgiler ve verimli geçen bir araştırma hayatında elde edilip özenle koleksiyon halinde düzenlenmiş bütün diğer şeyler yok olup gitmiştir. Bir bellek ne kadar muazzam olsa da, içinde ne kadar muhteşem şeyler olsa da, ölüm hepsini anında siler.
O an Euler&rsquoi 18 Eylül 1783&rsquote buldu. Öldüğü günün sabahı bile
oturup bir sıcak hava balonunu havaya kaldıran yasalar üzerinde çalışmıştı. Bu konu ilgisini çekmişti (elbette), çünkü aynı yılın 15 Haziranı&rsquonda Montgolfier kardeşler ilk defa bir balonu havalandırmayı başarmıştı sonra öğrencisi ve sadık yardımcısı Lexell&rsquoin de katıldığı öğle yemeğinde 13 Mart 1781&rsquode Herschel&rsquoin keşfettiği Uranüs gezegeninin yörünge hesapları üzerine konuşmuştu... yemekten sonra içtiği bir fincan çayın ardından, en gözde, yani matematik konusunda en yetenekli torunuyla şakalaşırken birden piposu elinden düşmüş, yere yığılmış ve fısıltılı bir sesle, &rsquoÖlüyorum,&rsquo demiş ve ölmüş.
Belleğin ölümlülüğünde zımnen var olan geçiciliğe karşı kendimizi yapay bellekler geliştirerek sağlama almışızdır. En eski bellek yardımcısı yazıdır antik dönemlerde kil veya balmumu tabletler, ortaçağda parşömen ve tirşe, daha sonraları da kâğıt üzerine yazılmış olan yazıdır. Bu yazı yüzeylerine, her türlü çizim de girebilir: hiyeroglifler, şemalar, portreler. 1839&rsquoda, hızla gelişip incelikli hale gelen ve görüntülerin doğrudan kaydına imkân veren fotoğraf dediğimiz bir yapay bellek çıktı ortaya 1895 sonrasında sinematografın icadı sayesinde hareketli görüntüler de yakalanıp kaydedilebilir hale geldi. Asırlık bir hayal, sesin muhafaza edilmesi hayali de Edison&rsquoun 1877&rsquode patent alan fonografı sayesinde gerçeklik kazandı. Bugün gözün ve kulağın alabildiği her şey için sayısız &ldquoyapay&ldquo bellek mevcut: Teypler, videolar, CD&rsquoler, bilgisayar bellekleri, hologramlar. Görüntü ve ses zaman ve mekânda taşınabilmekte, bunlar yüz yıl önce tasavvur edilemeyecek bir ölçekte tekrar edilebilmekte, yeniden üretilebilmektedir.
Bu yapay bellekler doğal belleğe yardım etmekle, işlerini hafifletmekle, bazen de onun yerine geçmekle kalmamış, aynı zamanda hatırlama ve unutma konusundaki görüşlerimizi de şekillendirmişlerdir. Bellek yardımcıları yüzyıllar boyunca, kendi belleğimiz üzerine düşünürken kullandığımız terim ve kavramları sağlamıştır. Belleğin, üzerine mühür yüzüğünün basıldığı bir mühür mumu parçasına benzediğine işaret eden &ldquoimpression&ldquo gibi deyimlerimiz var. Bazı olaylar, sanki bellek üzerine bir şeyler kazılabilen bir yüzeymişçesine, hafızamıza &ldquokazınır.&ldquo Saklamak istediğimiz şeyleri hafızamıza &ldquoyazarız&ldquo, unuttuğumuz şeylerse hafızamızdan &ldquosilinmiştir&ldquo. Son derece güçlü bir görsel hatırlama yeteneğine sahip olan kişilerin (her çağda Euler&rsquoler bulunur) &ldquofotoğrafik belleğe&ldquo sahip olduğunu söyleriz.
Hatırlama ve unutmayla ilgili gündelik deyişlerin metaforik bir kalıpları vardır. Bu durum en çok da felsefe ve psikolojideki bellek teorileri için geçerlidir. Platon&rsquoun balmumu tabletlerinden günümüzün bilgisayarlarına kadar, bellekle ilgili dilde metafordan geçilmez. Belleğin işleyişiyle ilgili görüşlerimiz, bilginin korunması ve yeniden üretilmesi için geliştirdiğimiz usuller ve tekniklerle beslenir. Bunlar o derece etkilidir ki, mesela on dokuzuncu yüzyılda görsel bellek üzerine geliştirilmiş teoriler üzerinden yeni optik işlemlerin tam hangi sırayı izlediklerini takip etmek mümkündür: 1839&rsquo da daguerreotip ve talbotip, hemen arkasından stereoskop, sonra ambrotip ve renkli fotoğraf, 1878&rsquode &ldquokompozit fotoğraf&ldquo ve nihayet sinematograf. Günümüzde bazı teorisyenlerin görsel belleğin nöronal altyapısını* bir hologramın yapısıyla kıyaslamaları, on yedinci yüzyılın sihirli fenerleriyle başlayan çok eski bir geleneğin devamı aslında. Bellek tarihine göz gezdirmek, bir teknoloji müzesinin ardiyesinde dolaşmaya benziyor biraz.
Ama metafor hizmeti gören sadece yapay bellekler değildir. Bu kitabın dizininde &ldquobellek&ldquo maddesine bakan herkes bu konuda uzun bir liste bulacaktır karşısında. Bu listede saklama amacı taşıyan çok çeşitli yer ve araç ismi yer alıyor: Arşiv ve kütüphane gibi bilgi saklama yerlerinin şarap mahzeni ve ardiye gibi malların saklandığı yerlerin güvercinlik ve kuşhane gibi hayvan barınaklarının mücevher kutusu ve para kasası gibi değerli eşyaların saklandığı yerlerin deri cüzdan ve ortaçağda sarrafların kullandığı sacculi gibi, paraların muhafaza edildiği nesnelerin isimleri. Diğer metaforlar doğadan türetilmiş: Ormanlar, çayırlar ve labirentler. Belleğin gizli doğası, mağara, yeraltı odası, maden ocağı, denizin derinlikleri gibi metaforlarla ifade edilmiş. Bu imge dağarcığına binalar da dahildir: Saraylar, manastırlar, tiyatro binaları. Bellek mıknatısa, bal peteğine, fosfor cevherine, yel çengine ve dokuma tezgâhına benzetilmiş. Sürekli değişen imgeler, bir metafor ve dönüşümler silsilesi, gerçek bir omnia in omnibus olan bellek teorilerimize yansımıştır.
Doğadan veya teknolojiden, organik veya yapay süreçlerden alınmış bütün bu metaforlar kendi bellek perspektiflerini oluşturmuştur. Sokrates, Theatetus&rsquola belleklerin güvenirliği konusunu tartışırken, belleği çok yumuşak ve cıvık bir balmumu tablete benzetmiş, Freud ise, yüzeyde hatıra izi olmasa da bu yüzeyin altında silinmeyecek şekilde depolanmış derin hatıra katmanları olduğuna işaret etmek için yazboz tahtası metaforunu kullanmıştır. Aquinolu Tommaso&rsquonun yardımcısı Reginald, ustasının belleğini kutsal bir kitap gibi görüyordu, hekim-sanatçı Carus ise belleği büyük bir labirente benzetmiştir. Bunlar vurgu farklılıkları değildir sadece metaforlarla anlatılan bellek tarihi bize sürekli farklı bellek türleri gösterir.
Edebi-bilimsel inşalar olarak metaforlar bir çağın, bir kültürün, bir ortamın yansımalarıdır aynı zamanda. Metaforlar, onları kullananların faaliyetlerini ve düşüncelerini ifade eder. Niyetleri bu olmasa da metaforlar, bir entelektüel iklim yakalar ve bizatihi kendileri de bir bellek biçimidir. Royal Society üyelerinden Robert Hooke 1682&rsquode kendi bellek teorisini oluştururken, içinde bulunduğu çevrenin çok saygı duyduğu mekanik analojileri kullanmıştır. &ldquoBolonya Taşı&ldquoyla (ışığı depolayabilen, daha sonra karanlıkta ışığı yayan fosforlu bir madde) yapılan ve o sıralarda bayağı yankı uyandıran deneyler, onun kullandığı görsel bellek metaforunda hâlâ parlamaya devam eder. 1970&rsquolerde nöropsikolog Karl Pribram, geliştirdiği görsel bellek teorisinde, ışığı depolayıp yeniden üretme konusunda dönemin en ileri tekniği olan hologramı metafor olarak kullanmıştı. Gerek fosfor gerekse holograf, optik uyaranlarla ilgili fizik araştırmalarında önemli bir rol oynamış ve görsel deneyimin depolanmasıyla ilgili psikoloji teorilerinde neredeyse otomatik olarak kendilerine bir yer bulmuştu. Metaforlarda, metaforu kullanan kişilerin çevrelerinde belleğin gizli süreçlerini yansıtacak güçlü imgeler ararken gördüğü şeylerin muhafaza edildiğini görürüz. Metaforlar ipucu veren fosiller gibidirler, okurun içinde bulundukları metnin yaşını tahmin etmesine yardımcı olurlar.
(...)
(Giriş bölümü)